In Conversation with Ceyda Tuğçe
Üretim sürecinde kendini nasıl tanımlıyorsun?
Kendimi kaydedici olarak tanımlıyorum. Unutmamak için hatırlatıyorum. Sanat da bu noktada yaratım gücü ile zemin sağlıyor.
Günümüzde sanatın sorguladığı asıl soru nedir sence?
Fikir. Neye dokunuyorsun, ne kadar buradasın?
Yaşadığın yer sanatsal üretimini nasıl etkiliyor?
İstanbul benim beslendiğim alan, sorunlarıyla çarpıklarıyla tüm halleriyle çok sevdiğim bir yer. Şehirle arama koyduğum mesafeyi terapi gibi dönüştürerek sanatıma dahil ettim. Çalıştığım yer Yeldeğirmeni ve çevresindeki atölye atmosferi beni çok motive ediyor. Her gün sanat üretim alanı içerisinde olmak bir halka gibi benim de üretim gücümü arttırıyor.
Hayat felsefen nedir?
Anlamak ve anlatabilmek. Zihin dünyam ile gerçek dünya arasında özgürce bir dil kurabilmek.
Görsel sanatlar dışında sanatın farklı alanından hangi figürler seni etkiledi?
Nilgün Marmara’nın hayata bakışı ve yazın dünyası. Bir diğer önemli figür ise Heidegger. Kurduğum cümleleri ‘İnşa ediyorum’ cümlesiyle bitiriyorum. İnşa etmek mevzusuyla yaşam ve ölüm arasındaki dengeden bahsederken kendi yaptığım işlerde de bahsederken inşa etmek Almanca terimle ‘bauen’ kavramıyla var olmak, ikamet etmek, barınmak anlamındadır. Yapıtlarda da bu mevcut, hem barındığımız temelinde ikamet ettiğimiz yerler. Heidegger bu kavramı o kadar çok geniş ele alıyor ki her cümlesi benim için paha biçilmez şekilde yol vermiş oluyor. Bir çok yazısında kendi cümlelerimin sonunu bile onun kavramlarını yerleştiriyorum.
Koleksiyonun yaptığın objeler var mı?
Taş toplayıcısıyım. Sokakta, yerde, oraya ait olan ya da olmayan her türlü taş çeşidi ilgimi çekiyor. Taşlar farklı coğrafyaların bana göre önemli göstergeleri. Başka bir ruhları olduğunu düşünüyorum. Kabala inancına göre suyu içine çeken her şey canlıdır. Suyu boşalttığında ince bir ses çıkarıyor bu da suyu içine çektiğinin bir göstergesi. Yine Kabala inancında taşlar enerjiyi içine çekiyor ama insanlar kadar güçlü potansiyel enerji dışarı veremedikleri için canlı olarak görülmüyorlar. Fakat suyu içine çekmeleri canlı olduğuna dair bir ipucu veriyor. Fizik kurallarında açıklaması vardır ama benim için böyle farklı, gizil tarafı da mevcut.
Sosyal medya ile ilişkin nasıl?
Mesafeli bir şekilde içindeyim. Haberdar olmak için güzel bir alan ama sınırı olmayan bir girdap. İçerisinde kaybolabilirsin de. Moda gibi, kaygan bir zeminde dengede durmak gibi. Ona dönüşebilirsin de ya da ayıklayıp alıp kendi özünde kalabilirsin.
İşlerinin konusu kent ile nasıl bağdaştı?
Üniversitede iken Bağcılar’da oturuyordum ve her seferinde kıtalar arası yolculuk yapıyordum. Bu süreçte sürekli camdan dışarı baktığımda ritim halinde ilerleyen binalar, plazasıyla eski tarihi yapılarıyla birlikte iki farklı yaşam tarzını gözlemliyordum ve günlük hayatımın parçası olarak kaydettim. Yapılara olan keşfim her gün pencereden bakarken hayatımın bir parçası haline gelen, aynı coğrafya içindeki iki uç noktanın beni etkilemesiyle başladı. En başından beri hep kentle uğraştım. Fotoğrafını çektiğim şeylerin çizimlerini yaparken sonrasında fotoğrafını çektiğim yerlerin detaylarını kentin karmaşıklığını sadeleştirerek çizmeye başladım.
Sonrasındaki süreçlerde ‘Absürd Yerleşke’ olarak binaları renkli görseller olarak yerleştirdim. 2011’de yaptığım çizimlerdeki absürd formlar zaman içerisinde form olarak kayaya dönüşmüş oldu ve şimdi yaptığım serideki kayanın zemini hazırladı.
Sanat pratiğinde sorgulamaktan sıkılmadığın soru/tema?
Ne kadar kamusal olduğumuz sorusu. Aynı zamanda yaşam alanlarını ve yapıları her zaman merceğimde kaydediyorum.
‘Gelecek İnşası’ serisi nasıl oluştu?
Bu serideki üç işin temelinde de geleceğe dair özellikler var. Binaları tanıyoruz ama zeminden bahsettiğimizde bilmediğimiz bir yer var. Geleceğe dair bir yer. Orası distopik bir yer mi? Yaşanılmış bir yer mi? Yoksa terk edilmek üzere bir yer mi? Bize gelecek ile ilgili kaygılı soruyu sorduruyorlar. Bu amaçla da ıssız bir yerdeler. “Yapılar zamanın anıtlarıdır.” tümcesi inşa etmek eyleminin anahtarı aslında. Kent öyle bir olgu ki hangi zamanı yaşadığımıza dair göstergeler bu yapıtlar.
Son zamanlarda ne okuyorsun?
Richard Sennet’in Kamusal İnsanın Çöküşü isimli kitabı.
Gelecekte nasıl projelerle ilgilenmek istiyorsun?
Çizdiklerimin kentin içinde yer almasını istiyorum. Bunu gerçek bir şekilde kurgulamak istiyorum. Sergi mekanlarından ziyade kamusal sanatla temas kurduğum için kamusal alanda olmak istiyorum. Kamusal sanattan besleniyorum ve temasını kurduğum şey kamu. O alandan beslendiğim için herkesin görebileceği bir projede yer almak istiyorum çizdiklerimin gerçek hayatta var olmasını istiyorum.
Bitirme projenin kamusal alan ile ilişkisinden bahseder misin?
‘Kamusal Yaşamı İNŞAET’ kamusal alana dair sorularla yola çıkıp oluşturduğum bir gazete, aynı zamanda 11 Nisan ve 25 Mayıs tarihleri arasında kamusal alanda olan tüm haberlerin bir dokümanı niteliğinde bir proje. Görsel düzenleme anlamında tipik bir gazeteden çok sanatsal anlamda kurgulanmış bir gazete. Yapım sürecini beş haftaya bölerek bu süreçte her hafta ne yapacağımı kesin olarak planlamadan tamamiyle kente kulak vererek meydanlarda neler gelişiyor, neler oluyor üzerine yoğunlaştım. İstanbul gibi bir yer de öyle bir zamanlamaya denk geldi ki her haftaya yeni bir konu çıkmış oldu.
1 Mayıs’ta meydanının kapatılması, daha sonraki serilerde “Anne Ben Barbar Mıyım” konu başlıklı İstanbul Bienalini ele almış olduk. O sayının grafiğini ‘Anne Ben Barbar Mıyım? sloganı üzerine iki de bir cümlesini kullanıp iki de bir barbarlık üzerine gidilmesini sorguladık. Evrensel’den gazetecilerle iletişim içerisinde oluşturduk.
Son sayısında ise Gezi Parkı’na dair sinyaller vermiş olduk. Tam proje bittikten sonra Gezi Parkı’nda başlayan olaylar ve ‘Kamusal Yaşamı İnşa Et’ sloganıyla başladığımız proje ile canlı bir şekilde kamusal yaşamın inşası üzerine toplumsal bir deneyim yaşandı. Projede belgelemenin altını çizerken yaşanan olayları gerçekten de belgelemiş olduk. ‘Tutanak’ adlı bir çalışmam da var o da kamusal yaşamı belgelemek üzerine.