In Studio with Leman Akpınar

Stüdyo Ziyareti: Leman Akpınar x nom-studios

By Yonca Keremoglu

In Studio with Leman Akpınar

Çeviri: Nil Şimşek

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde resim okuduktan sonra New York’ta School of Visual Arts’da güzel sanatlar okudun. Okul sonrası sanat hayatına dair deneyimlerin nasıl oldu?

Öğrencilik döneminde ve mezun olduktan sonra bir galeri tarafından temsil edilmek hep büyük hayalimdi. Okulu bitirip gerçek dünyayı tecrübe ettikçe, akranlarım ve etrafımdan da gözlemlediğim kadarıyla bu hayalin kendi başına bana yeterli olmayacağına akranlarımı ve etrafımı gözlemledikçe farkettim. Bu yolda şu an için bağımsız şekilde ilerlerken, hayatimi idame ettirmenin ve kendime görünürlük kazandırmanın bin çeşit yolu var. Bir rutinin dışında kalmak ve bu çeşitlilik beni besliyor.

2017’de New York’tan İstanbul’a döndüm ve bir sene sonra kendime sadece sanatsal üretimime ayırabileceğim bir mekan kiraladım. Zamanımın çoğunu buraya ayırdım ve beni maddi manevi doyuracak yarı zamanlı işlere ayırdığım vakitle dengeledim. Şuan hem yoga ve temel sanat dersleri veriyorum. Hayatta çeşitliliği seviyorum. Benim için hayatın dengeli ve amaç dolu olması önemli.ve konsantrasyon alanlarımın kümelenmesi kişiliğime uyuyor. Tüm bunları asıl amacımdan şaşmadan ve önceliklerimi belirleyerek yapıyorum.

7 Kasım’da PG Basement’ta “Psişik Çöl” isimli kişisel sergimi gerçekleştirdim. Bağımsız bir sanatçı olarak kendi arzularımı gerçekleştirmek için aksiyon almak beni çok özgürleştiriyor.

Bu süreçlerde öğrendiğin en önemli şey ne oldu?

Öğrendiğim en önemli şey hepimizin kendi yolumuzu seçme özgürlüğümüz olduğu ve bu sorumluluğu üstlendiğimiz anda kendi hayal ettiğimiz hayati ilmik ilmik örmeye başlayabildiğimiz.

Sanat üretimini 3 kelime ile açıklar mısın?

Meraklı, deneysel ve coşkulu/tutkulu.

Sanat pratiğinde sorgulamaktan sıkılmadığın soru/tema?

Biçimsel olarak baktığımda “Neye daha fazla ihtiyaç var? Neye daha az ihtiyaç var?”. Ayrıca anlamsal olarak neyi neden yaptığım soruları hep devam ediyor.

Unutamadığın ve sanat pratiğine etkisi olan bir yolculuk oldu mu?

California’da Mojave Çölü’nde başlayan bir yolculuk var unutamadığım. Benim için çok etkileyiciydi. Bu deneyimi sonrasında resimler serisine dönüştürdüm ve seriye eklediğim iki objeyle birlikte “Psişik Çöl” adlı sergisini geçen Kasım’da PG Basement’da sergiledim.

Hepimizin hayatında kendimizi tanımaya karar vermeye başladığımız ve bu hayatı nasıl yaşamak istediğimize dair ipuçları yakaladığımız dönemler var. Benim için bu seyahat bu sorularla paralel bir dönemde geldi. Kendimle ve yaşamla ilgili bir çok şey gördüm. Çölün genişliği ve gerçeküstü coğrafyası benim için buna zemin hazırladı. 1 aylık bir chevy astro içinde yaşayarak gezdiğimiz bir süreçti. Hem güzel hem yıkıcı sonuçları oldu ve bunun sonunda derin bir sorgulamaya girdim. Bu sorgulamayı yaparken bu dönemi şifalandırmak amaçlı hikaye dili kullanarak, sembol ve metaforlarla hem o geziden, çölden anlar yakalamak hem de olayları betimleyen anlar anlatmak istedim. Bunu da hepimizin kendimizi bilme isteği ile ilişkilendirdim ve bence asıl konu da kendinle yüzleşme yolculuğuna çıkmaya cesaret göstermek veya göstermemek.

Görsel sanatlar dışında sanatın diğer disiplinlerinden sana ilham veren figürler kim var?

En başta aklıma şair olarak Hafız geliyor. Mevlana’dan 100 sene önce yaşadığı söyleniyor. Onun ‘Hediye’ isimli bir şiir kitabı var. O kitaptan çok etkileniyorum. Bizim insanlar olarak ne kadar yaratıcı varlıklar olduğumuzu ve bu hayatın kıymetini çok sade, Sufizme de çok girmeden günlük bir dille anlatıyor. Hep etkilendiğim ve yakınımda tuttuğum kitaplardan biri. O beş mısranın yarattığı dönüştürücü etki, o samimiyet benim de işlerimde hedeflediğim bir samimiyet.

Joseph Beuys ve Marina Abramovic de etkilendiğim figürler arasında. Marina Abramovic’in kendini sansürlemeden ve insanları rahatsız edici raddeye getirerek direkt bir yolla izleyici ile buluşması, anlatışı biçimi ve duruşu ile çok etkilendiğim bir sanatçı.

Daha önce nerelerde yaşadın? Senin üretim hayatına nasıl etkileri oldu?

İstanbul dışında New York’ta 4 sene geçirdim. Bunun son bir senesinde ülkenin bir ucundan diğerine seyahat ettim. Oraya taşınmak başta benim için büyük bir şoktu. Alışmak ve kendimi evimde gibi hissetmem çok uzun zamanımı aldı. Mimar Sinan Üniversitesi çıkışlı bir sanatçı olarak başlarda Amerika’daki güncel sanat ortamını tam anlamıyla kavrayamadım. İnsanın anlamadığı ilk şeye tepkisi onu ötelemek oluyor. O kadar içerisindeydim ki bu anlamadığım şeyin, onun içine iyice bakmadan bir kenara koyamayacağımı fark ettim. Benim onu anlamıyor olmam onun geçerliliğini değiştirmiyor.

Önceden daha yüzeysel eleştiriler yaparken bakış açımı değiştirip anlayamadığım şeyi de kabul etmeye başladım. At gözlüğü ile bakmak yerine bakış açım kulaklara kadar açıldı. Bakış açımın genişlemesi orada gittiğim sergilerden, yaşayış biçimlerini algılamama kadar geniş bir yelpazede gelişti.

İnsan hayatta ne kadar çok çeşit görürse ve onların varlığını kabul ederse o kadar kabul kabını genişletiyor. Kabul kabı da çok sevgili Ömer Önder’den alıntıdır. Amerika deneyimi de her şeyi görüp kabul kabımı genişletmemi sağladı.

Stüdyon nerede ve stüdyo hayatın nasıl geçiyor?

Stüdyom Reşitpaşa’da yer alıyor. Eski mahalle kültürünü yaşayan, mahalleli teyzelerin akşamüstü evlerin kapı önlerine yayıldığı, çocukların okuldan sonra sokakta oynayabildiği bir yer. Benim en sevdiğim yanı ise etrafın sessiz ve ağaçlıklı oluşu. Reşitpaşa’nın bu açıdan doğru bir tercih olduğunu düşünüyorum. Sanatçı atölyelerinin kümelendiği oto sanayi gibi yerler de var.

Bazen atölyeye girip yeni bir proje alanı yaratmam gerekiyor bazen de tüm günüm malzeme çıkarma ile temizlik ile bile geçebiliyor. Bir projeye başladıktan sonra güne erken başlıyorum. Çalışma saatlerim 3-4 saatlik bloklarla gelişiyor. Deneysellik ve merak dümeni götürüyor. Kahve ve müzik stüdyonun olmazsa olmazı.

Hepsinden önemlisi de bu alanda yalnız kalabilmek, fiziksel olarak yalnız olmak, kendini resim yapmanın akışına bırakmak. Tüm yaratma, üretim süreçleri yalnızken gerçekleşiyor. Sevdiğim insanlar, kalp kırıklıkları, umutlar korkular bunların hepsi var bu anın içinde. Bu duyguları kanalize edecek bir yerin olması da oldukça çok önemli. Bazen onları filtreden geçirip kontrol etsem de içimden geçenler yaptığım işe yansıyor.


Boyanın varlığı işlerin çoğunda kendini gösteriyor.

Evet bu benim resimlerimin biçimsel bir yanı. Boyanın kalın olmasıyla ilgili bir fetişim var. Yapılan işe göre de ince ya da kalın boya tabakası yada farklı malzemeler ile çok anlamlanıyor. Bunun yaptığım işler ile çok örtüştüğünü düşünüyorum. Konu kendini sembollerle anlatırken, resmin biçimselliğinin de kendi içerisinde konuştuğunu düşünüyorum.

Hayata dair benimsediğin bir motto/ilke nedir?

Yaşam varsa ilham vardır. İlham geldi, gelmedi ya da ilham sihirli bize uğrayan uğurlu bir şeydir gibi değil de, ilhamın tüm yaşam ve sanat pratiğinin bir yansıması olması gibi. Hayatta başarı, üzüntü, korku, sevgi ve nefret var, en önemlisi ise yaşamın her şeyin üzerinde olduğu. Diğer hepsini bir dönüştürme aracı olarak görüyorum.

Çok etkilendiğin bir solo/grup sergi?

California’lı bir sanatçı ve aynı zamanda animasyon tasarımcısı olan Alison Schulnick’i çok severim. Onun kişisel sergisini New York’ta görmüştüm ve kendisiyle orada tanışmıştım. Türkiye’de CANAN’dan çok etkileniyorum. Kendi doğasını oldukça otantik yaşıyor ve anlatıyor olması beni etkiliyor.

Koleksiyonunu yaptığın objeler var mı?

Kendi atölyem içerisindeki malzeme artıklarına acayip bir fetişim var. Boyanın tüpü ya da çöpü mesela. Epoksi artıklarını bile alıp bir yere asıyorum. Ayrıca arkadaşlarımın işlerini takas yoluyla toplamaya başladım. Bunun dışında şiir kitapları da biriktiriyorum.

Sanata bakışını değiştiren bir kitap var mı?

Clarissa Pinkola Estes’in Kurtlarla Koşan Kadınlar isimli kitabı. Bu kadar iyi bir yapıtın en çok satanlar arasında olması bile çok güzel. Ne zaman hayatımda bir kafa karışıklığı yaşasam bu kitabı açtığımda bir cevap buluyorum. Bu yapıttan o kadar faydalandım ki hep geri dönüp duruyorum.

Seni heyecanlandıran gelecek projelerinden bahseder misin?

Bu zamana kadar ağırlıklı olarak atölyede çalıştım ve işlerimin hep beyaz küpte sergilendiği bir proje istedim. Geçtiğimiz ay gerçekleşen ilk solo sergim “Psişik Çöl” bu anlamda benim için çok heyecan vericiydi. İzleyici ile insanla direkt iletişime geçebileceğim performatif bir proje yapmayı çok istiyorum. Özel alandan kamusal alana geçmek, sokaktaki insanların da görüp etkileşime gireceği projeler gerçekleştirmek istiyorum.