Yasemin Öncü Hakkında 

Yasemin Öncü’nün eserleri, ötekileştirme ile ilişkili etik bozukluklukların sanatsal olarak nasıl altüst edilebileceğine odaklanıyor. Çalkantılı ve şiddetli siyasi olayları ilk elden deneyimlemiş bir sanatçı olarak çalışmalarındaki "Canavarlar"ı muhalif guruplar arasındaki çatışmada üçüncü bir taraf olarak, aşırı uçların çatışmasını sorunlaştırarak bir metafor olarak kullanır. "Canavarlar" ikili muhalefet üzerine kurulmuş her türlü hiyerarşik sınıflandırmaya direnir ve ahlaki yargılar üzerine olan sınıflandırmalarla yüzleşirler. Korku, arzu, kaygı ve fantezi içeren canavarlar ve canavarımsı figürler, iyi ve kötünün ötesindedir. Onlar izleyicilerin baktıklarında sanki kendi bilinç altlarını, bazen olağanüstü bazen de acımasız rüyalarını gördükleri bir ayna gibilerdir. Kanada doğumlu sanatçı 2012’de Sabancı Üniversitesi’nde Görsel Sanatlar bölümünden mezun olduktan sonra disiplinler arası güzel sanatlar yüksek lisansını 2016’da Toronto OCAD Üniversite’sinde Sanat, Medya, Tasarım üzerine yapmıştır. 

Yasemin Öncü CV

Okul sonrasında sanat hayatına başlangıç sürecinde nasıl deneyimlerin oldu?

Okul sonrasında yaşadığım en büyük zorluk yüksek lisansımı tamamlama sürecim oldu. 2014’de Toronto OCAD Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimi için kabulümü aldım. Tezimi bitirmek beni bu süreçte beni en zorlayan durum olsa da beni ve sanat pratiğimi besleyen bir deneyim oldu. Bunun sonrasında işlerim hakkında konuşmak benim için daha kolay bir hale geldi. Zaman içinde İstanbul ve Toronto’da düzenlenen sergilerim olsa da gerçekleştirmeyi istediğim daha birçok hedefim olduğunu söyleyebilirim.

Çoğu resim ve çizimlerinde canavarımsı figürler yer alıyor. İşlerinde keşfetmeyi hedeflediğin fikirler nedir?

‘Monster’ kelimesinin etimolojisini ilk olarak araştırdığımda Latin kökünden gelen bir kelime 'monere' yani Fransızca olarak göstermek anlamına gelen 'montrer' kelimesinden türediğini öğrenmiştim. Canavarları, inançları ve çıkış noktaları farketmeksizin tüm insanoğlunu tek bir gövdede gösteren bir anahtar sembol olarak kullandım. Benim için sembolize ettiğim canavarlar ne iyi ne de kötü, tarafsız bir durumdalar. İyi ve kötü olan iki uç noktanın arasındaki alanı nötr hale getirmeye, bu alanı canavarlar üzerinden tek bir tür olarak tanımlayarak denkleştirmeye çalıştığımı da söyleyebiliriz.

Sanat pratiğini 3 kelime ile açıklar mısın?

Dürtüsel, dışavurumcu ve akıcı.

Sanat pratiğinde sorgulamaktan sıkılmadığın soru/tema nedir?

Öncelerde işlerim Türkiye’de art arda yaşanan politik olayların etkisinde gelişiyordu. Şu an için ise politik ve günlük ve olaylardan daha çok daha genel konulardan ilham alıyorum. Sanat pratiğimde üzerinde durduğum konuları ve canavar temasını daha yalın ve tarafsız bir hale gelecek şekilde oturtmaya çalışıyorum.

İşlerinde yer alan sembollere bakacak olursak herhangi bir din veya kültür üzerinden mi türediler?

En baştan beri eski kültürel yapılardan ilham alıyordum. Eski Mısır Hiyeroglifleri, Sümer Tabletleri, Anadolu Kilimleri üzerindeki semboller ve Tifinagh Alfabesi üzerine geniş kapsamlı araştırmalar yaptım. Aynı şekilde bu konulardan esinlenerek işler üreten sanatçılar üzerine de araştırmalar yaptım. Özündeki anlamı ortadan kaldırıp, anlamı olmayan bir sembolizm, yeni bir dil yaratmayı amaçlayan Lettrism hareketi de işlerimdeki semboller üzerinde önemli bir role sahiptir. Bu sembollerin ima ettiği herhangi bir anlam yok, sanki çözülmemiş bir sır gibiler ve bu şekilde kalmalarını istiyorum. Sadece canavarların anlayabildiği, kavrayamadığımız yabancı bir dil gibi.

Görsel sanat dışında sana ilham veren figürler kim?

Çok fazla isim sıralayabilirim. 1950’lerin sonunda ünlenmiş Fransız şarkıcı Barbara, piyanoya olan tutkusu, şarkı sözlerindeki cesaret ve siyah rengine olan takıntısı ile melankolik tarafıma dokunarak beni oldukça etkilemiştir. Fransız Yeni Dalga Akımı’nın absürdlüğüne, Jean Luc Godard’ın renk şeması, Agnes Varda’nın dürüst hikaye anlatımı ve Eric Rohmer’in realizmimden de etkilenmişimdir. Federico Fellini’nin karnavalımsı sahneleri, John Coltrane’in saksafonu ve spiritüelliği, Jean Cocteau ve mitolojiye olan takıntısı, Guillaume Apollinaire’in şiirleri, Goethe ve onun renk teorisi aklıma ilk olarak gelenler arasında.

Daha önce nerelerde yaşadın? Sanat pratiğine nasıl etkileri oldu?

Hayatım boyunca birçok farklı şehirde yaşadım. 6 yaşımda ailemle beraber Kanada’ya taşındım. Bu zamandan beri perspektifimi şekillendiren ve sanat pratiğime yansıyan Türkiye’deki ideolojik kutuplaşma gibi birçok politik olaya şahit oldum. Toronto’nun ve orada tanıştığım insanların dışavurumcu tarafımı geliştirmeme ciddi bir etkisi oldu. Yaşadığım yerler arasında benim için en etkileyici olanı ise Paris oldu. Yaptığım her keşifte bana ilham veren, gizli cevherlerin şehri.

 

Stüdyon nerede ve stüdyo hayatın nasıl geçiyor?

Stüdyom Moda’daki apartmanımın içinde yer alıyor. Stüdyom ve yaşadığım yer aynı olması daha verimli olmamı sağlıyor. Gün ışığında renkleri daha iyi kavradığım için genelde gün içerisinde çalışsam da geceleri daha üretken oluyorum. Gün içerisinde çalışıyorsam boyanın kuruması için molalar veriyorum. Bu molalar sırasında da ya kitap okuyorum ya da piyano çalıyorum. Son zamanlarda kil ile de çeşitli denemeler yapıyorum, üzerinde çalıştığım başka projeler ile hepsini birlikte yürütmeye çalışıyorum.

Hayata dair benimsediğin bir motto/felsefe nedir?

Hayatımda benimsediğim motto, her zaman yeni şeyler öğrenmek, yeni keşif ve öğretilere açık olmak. Yaratıcılığımın bu şekilde arttığına inanıyorum.

Read the full Interview