Yüksek lisansınızı University of California Berkeley’de Tasarım ve Tekstil üzerine tamamladınız. Tekstil sanatçısı olarak kariyerinizin başlangıcına baktığınızda bu alanda çalışmaya nasıl başladınız?
Büyükannem çiçek bahçesi desenlerinde yorganlar yapardı. Yorgan bloklarını organize edemediği yaşlarda bile baskılı kumaş desenlerini bir araya getirmeyi severdi. Çok iyi bir gözü vardı ve yaptığı şeylere büyük bir tutkusu vardı. Beni de farkında olmadan etkilemiş oldu. Asıl olarak Türkiye’de yaşadığım ve İstanbul’da İngilizce hocalığı yaptığım ve İngiliz Edebiyatı öğrettiğim dönemde İstanbul’u ve kırsal kesimlerini keşfederken burada Türk Sanatı ve Mimarisi ve el yapımı dokuma işleri keşfettim. Bunlar hakkında daha fazlasını öğrenmek istedim ve bu şekilde dokuma çalışmalarım başladı. Neticesinde İstanbul’da Güzel Sanatlar Akademisi’nde bir derse katıldım ve burada örmeyi öğrendim.
1970’lerde University of California Berkeley’de yüksek lisans yaptığım için çok şanslıyım. Sanat üzerine lisans eğitimi almadığım için Tekstil Tasarımı bölümünde normalden daha uzun süre kaldım. İğne ile dantelleme, iplikten yapılan kumaş kenarı süsü ‘oya’ üzerine yazdığım tez ile yüksek lisansımı tamamladım. Bu sırada, önceden İstanbul’dayken dokuma üzerine yaptığım gözlemlere devam etmek için bir seneliğine İstanbul’a döndüm. Kadınların baş örtülerindeki minnacık üç boyutlu kenar süsleriyle nasıl bir görsel iletişim kurduklarını gözlemledim. Örneğin bir kadın kocasıyla tartışıyorsa kenarı kırmızı biber süslü baş örtüsü giyiyordu ve daha fazla söze ihtiyaç kalmıyordu. Hamileliğini ya da çocuğunun askere gittiğini içi doldurulmuş minik toplarla, pembe tonlarındaki baş örtüsü giyerek topluma duyurabiliyordu. Bu sessiz iletişimi çok ilginç buldum. Sanatın da yaptığı bu sözsüz iletişim üzerinde ilerliyor. Stüdyo pratiğimle bu görsel iletişim dünyasının bir parçası olmak istediğimi biliyordum.
Dokumanın görsel iletişimde nasıl bir fark yarattığını düşünüyorsunuz?
Tekstil geleneğinden çıkan bir sanatçı olarak kumaşın, ipliğin, sanki hiçbir şeyden yapılmış gibi görünün bu esnek çizgisel materyallerin ifadesine karşılık veriyorum. Sazlık, dallar, paslı malzemeler, kağıt gibi zaman ve hafızadan bahseden, yaşama yakın hissettiren doğal materyaller kullanıyorum. Bazen onları deri zarıyla kaplayarak, sert materyallerden oluşan yapılar oluşturuyorum. İşlerimde söylemeye çalıştığımı ifade eden materyaller buluyorum.
Bu materyaller tanıdık ve erişilebilir. Sanat alanları arasındaki ayrımın kırıldığı bu zamanlarda, ressamlar ve heykeltıraşlar ipliği kendi materyalleriyle birleştirerek de kullanıyor. Tekstil geçmişinden gelmeseler de ya da dünya dokuma tarihinde kullanılmış geleneksel teknikleri bilmeseler de bu materyallerin dışavurumcu özelliklerinden etkilendiklerini düşünüyorum.
Kişisel hayatınızın sanat pratiğinde bir rolü var mı?
Colorado’nun kuzey batısında yer alan, bozkır, küçük bir şehirde büyüdüm, Annem ilkokul öğretmeni, babam da küçük bir dükkan sahibi bir kasaptı. Zaman zaman çiftlikte onu izlerken zorluk çekerdim. Aile fertlerim avlanır, balık tutarlar ve buldukları etleri yerlerdi. Babamla suoku bulmaya çıkmayı ya da ve çöplükte ‘hazine avı’na çıkmayı severdim. Babamın bana da miras olarak bıraktığını düşündüğüm dünya ile ilgili geniş bir merakı vardı. National Geographic’i çok severdi.
Doğada bulduğum doğal dünyaya ait materyallerle çalışıyorum. Bu pratiğim yıllar önce bağırsak (derisi) kiriş ve balık derilerini araştırdığım Alaska’da başladı. Orada yerli halkın fok ve mors bağırsaklarını su geçirmez parka yapmak için kullandıklarını, iç zardan yararlanarak bedeni koruyucu bir giysiye çevirdiklerine şahit oldum. Öğrendiklerime olan derin saygımla, benzer ince zarları zamanla imzam haline gelen bir materyal olarak kullanmaya başladım. Kirişleri hem deri hem de yapı olarak kullanarak bu saklı kalmış materyale hayat veriyorum.
21 yıl boyunca sert, düz, tozlu rüzgarlı Colorado Ovalarında yaşarken, büyüdüğüm yerdeki sonsuz genişliğin benim için çok güzel olduğunu söyleyemem.
“Tumbleweed” isimli düğümlü, örgü işimde, beni şekillendiren ve ayrılmak durumda kaldığım bu yere özlemimi ifade ediyorum. Sanatı keşfetmekte biraz geç kaldım. Lisedeki sanat öğretmenimiz aynı zamanda koç ve sürücü eğitmeniydi bu yüzden bizi sanat dünyasına pek açmadı. Sanat müzelerini gezmek büyürken hayatımın bir parçası değildi.
Türkiye’de iki yıl geçirdikten sonra Amerika’ya Boston’a döndüm. Burada Cambridge Adult Education Center’da Joanne Segal Brandford ile çalışarak tekstil üzerine sanat dersleri almaya başladım. 1970’lerin başında tekstil sanatına karşı büyük bir heyecan vardı. 1970’lerde tekstil sanat dünyasındaki bu durum her şeyin başlangıcıydı. Geleneksel Türk Dokuma’sına olan takdirim dışında başka türlüsünü bilmiyordum. Etnografik dokumalar ve tekstil tarihine karşı derin bir ilgim vardı ve daha fazlasını öğrenmek istiyordum. Joanne, beni bu yöndeki arayışıma doğru, ellerimle bunu öğrenmeye teşvik etti. İkiz kızlarım ve kocamla Berkeley için Doğu Kıyısı’ndan ayrılırken, Joanne, California’dayken benim için çok önemli akıl hocaları haline geleceğini düşündüğü Lilian Elliott ve Ed Rossbach ile çalışmamı önerdi.
Çoğu işinizde yer alan dokumanın pratiğinizde nasıl bir rolü var?
Dokuma tezgahı dokuması, dokuma tarihinin bir parçası olan ve dünyadaki diğer dokumaları keşfederken öğrendiğim bir teknik. Benden önce bunu öğrenen, hayatlarına anlam veren dokumaları iki ve üç boyutlara çevirerek kullanan ‘maker’ların bu entelektüel bilgisinden etkilendim.
İşlerinizde kendini tekrar eden bir tema ya da soru var mı?
Görsel metaforlar yaratmak için kolay bozulur, dayanıksız materyaller kullanarak ölümlülük, geçicilik ve biraz daha hayata tutunma arzusu temalarına değiniyorum.
Sanat pratiğinizde doğal materyalleri farklı şekillerde kullanıyorsunuz. Bu materyaller içerisinde misina, zar, iplik, metal, ağ gibi çeşitli materyaller var. İşlerde lifleri nasıl kullanmaya başladınız?
Yaşadığım yer sanatçı olma yolumu büyük ölçüde etkiledi, ve hala da etkiliyor. 1970’ler Berkeley için zorlu bir dönemdi (ya da biz bu şekilde ikna olmuştuk.) ve dokuma hareketinin merkeziydi. University of California Berkeley ve California College Sanat ve Tasarım Programlarından çıkan birçok iyi eğitimli dokuma sanatçısı orada daha fazla kalmak, yarı zamanlı öğretmenlik yapmak ya da yerel tekstil sanat okullarında ders vermek istiyorlardı. Bu kurumlara başka yerlerden gelen ziyaretçi sanatçılar da workshoplar sunarak bu durumun bir parçası olmak istiyordu. Körfez alanındaki tüm derslerin ve müze sergilerinin neredeyse hepsine gitmişimdir. Heyecanlı, coşkun bir zamandı. Orada yaşayan ve o zamanın bir parçası olan bizler bu durumdan yararlanabildik.
Eğitimimi tamamladığımda Ed Rossbach sabbatical izni için ayrılıyordu ve konuya olan yoğun ilgimi de fark ederek Tekstil Tarihi üzerine bir ders vermemi istedi. Bu yöne doğru ilerleyeceğimi daha ben fark etmeden önce, o anlamıştı ve bu alanda yükselebileceğime inanmıştı. Onun dersini vermek sonrasında kendi öğretimimde sunmak istediklerimi şekillendirmeme ve stüdyo derslerime yardımcı oldu.
Amerika ve Avrupa’daki Tekstil Tarihi derslerimde dahil ettiğim bir alanda Alaska’daki dokuma üzerineydi. San Francisco’daki Young Museum’da yer alan Etnik Dokumalar sergisinde gördüğüm bir kiriş parka vardı. Tekstil Tarihi dersleri öğretmeye hazırlanırken Alaska’daki Lowie Museum of Anthropology Müzesi’nde yer alan (şimdi Phoebe Hearst Koleksiyonu’nda bulunan) bir çok kiriş ve balık derisi parkayı inceledim ve fotoğrafladım. Bu ilgili materyalleri kendi ellerimle deneyimleyerek, onlarla deney yapma gereğini hissettim. Bu yüzden Oakland’de bir şarküteriden sosis kılıfları(iç deri zarı olarak) satın aldım ve keşfime başladım.
Hayvan zarı nasıl dahil oldu bu sürece?
Hayvan zarı ile çalışan sanatçılar için “Hayvan zarı ile nasıl çalışılır?” gibi bir referans yoktu. Bu süreç araştırma, keşif ve sezgisel bir deney şeklinde ilerleyerek parşömen gibi sert bir zar yaratarak, katmanları oluşturmamla gelişti. Islak sucuk kılıfları ile çalışıyorum. Kuruduklarında bir yapı üzerinde genişleyerek gergin hale geliyorlar. Hem deri, hem de yapıyla ilgileniyorum. Kururken bağırsağın kasılması, bu zarların itme gücü ile yapının şeklini değiştiriyor ve sonunda ayrı materyaller olarak çözülerek bir dengeye ulaşıyor.
Sanatçı olarak koleksiyonunu yaptığınız objeler var mı?
Kendimi bir koleksiyoner olarak görmüyorum ama fırsat buldukça etnografik dokuma kumaşları topluyorum. Hem kendim hem de öğrencilerimle paylaşacağım zengin bir araştırma koleksiyonu fikri olarak topluyorum. Aynı sebeplerden dolayı kumaşları (ve diğer birçok şeyi) bir fikir dosyası olarak fotoğraflıyorum.
Enstalasyon işlerinize baktığımızda hangi fikirleri keşfetmeyi amaçlıyorsunuz? Sergi alanı işlerin şekillenmesinde nasıl bir rol oynuyor?
“Permeable” işinde olduğu gibi sergi alanı, enstalasyonun nasıl şekilleneceğini büyük bir ölçüde belirliyor. Balıkçılar, ağları ve bu ağları yapmayı, onarmayı, balıkları yakalamak ve taşımak için kullanmayı iyi bilir. “Permeable”daki asılı ağı, hassas bir örgü ile havayı ve ışığı tutması için yaptım. En önemlisi de açık ve gözenekli oluşunu kutlamak istedim. Bir kapan gibi değil de, geçişi, geçirgenliği kutlamak istedim.
Emek işimin büyük bir parçası. Aşırıya kaçan, obsesif, zamanın yavaşlatan, günlük yaşamın hızlı temposundan dışarı çıkan bir emek. Hiçbir şeyden yapılmış gibi görünenden bambaşka yeni şeyler yaratılıyor. Sevdiğim şeyi yapmaya yatırım yapıyorum. Ve sonucunda işin kendisi emek ve yakalanamayanı tutmak ile ilgili. Işık, renk, nefes ve zamanı tutmak gibi.
Yaşadığım ve çalıştığım yer yaptığım iş için büyük bir fark yaratıyor. Bu durum sanatçı rezidanslarında da olabiliyor. Yere ya da mekana, benim için uygun olan potansiyel sanat malzemeleri, içinde bir anlam ve fikir barındıran materyaller aracılığıyla karşılık veriyorum. Örneğin, Hawaii’de yaşarken çevremdeki dönüştürebileceğim doğal malzemeler, palmiye kılıfları ya da doğal bitkiler beni çok etkilemişti.
Şu an yaşadığım ve çalıştığım New York’ta pastan oluşmuş izlerden etkileniyorum.
Garnerville New York’taki stüdyomun yakınındaki tuğla bir blokta yer alan paslı bir asansör kapısını yaklaşık 170 yıllık kirişle kapladım. 1830’larda yapılan bu seri binaları yapan işçiler calico kumaşını boyayıp bastılar. Asansör kapısı zamanı ve değişimi anlatıyor. Metalin bir kısmı altındaki yıpranmış, ahşap çerçeveyi ortaya çıkararak yok oldu. Bu yerin tarihine bir karşılık olarak bu deseni pastan alarak, kiriş derisi zarına aktardım. Materyalin bu samimiyetini, bir şeye dokunarak zamanın geçişiyle başka bir şey haline gelmesini seviyorum.
“River teeth” isimli enstalasyonlar hafıza ve değişimi çağrıştırıyor.
Bir ağaç düşer. Zamanla, canlılar, rüzgar ve hava onu daha öncesinde görünmez olan; damarlarına dik, ziftle sertleştirilmiş, dallar, ağaç kabuğunun içinden büyümüş dal kalıntıları, ortaya çıkabilmek için gövdeyi tersyüz ederek oyar. Kereste içinde dilimlenmiş gibi gözükenlerini düğüm olarak adlandırıyoruz. Nehirlerde bulunan, pürüzsüz bir şekilde yıpranmış olanlarını denizciler ‘River teeth” (Nehir dişleri) olarak adlandırıyor. Bu nesneleri hayvanların iç bağırsaklarıyla, deri zarı ile kaplıyorum. Vücutta dışarıdan görünmeyenler ağaçta görünmez olanı kaplayarak, dış deri haline geliyor.
“Traces of Time” işinde ‘nehir dişleri’, ‘pas’ gibi metaforlar kullanıyorsunuz. Bu seride zaman kavramını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hayatta her şeyin değiştiğinin farkındayım. Değişim, benim için değişmeyeceğine güvendiğim tek sabit şey gibi. İşlerimde çoğu zaman ölümlülük kavramına değiniyorum. Örneğin “Dalgalar” isimli iş, susuz kalmış kertenkelelerin gövdelerinin etrafında, deri zarı tabakalarının arasına sıkıştırılmış dikiş ile yaşam, ölüm ve zamandan bahsediyor.
Daha önce hangi şehirlerde yaşadınız ve sanat pratiğinizi nasıl etkiledi? Ev kavramına bakış açınızı nasıl değiştirdi?
Klişe gibi duyulsa da kişinin sevdiği, kendini güvende hissettiği her yer evidir. Ev benim için kişinin özgür bir şekilde yaratabildiği ve işinin, hayal gücünün desteklendiğini hissettiği, keşfetmeye ve deneyimlemeye özgür olduğu, başarılı olduğu, başarısız olduğunu kabul ettiği ve sevildiğini hissettiği yer.
San Francisco Körfez Bölgesi’ndeki Berkeley, kendimi oldukça evde gibi hissettiğim, sanatçı olmaya başladığım yer. Çalıştığım ve öğrendiğim şeyleri destekleyen bir ortamda sanat ve kültüre olan ilgimi besleyen, sanatçı halime ulaştığım bir yerdi.Şimdi New York’un çok yakınında Hudson Nehri üzerinde Haverstraw’da yaşıyorum. Su ve deniz kenarında yaşama arzumu önceden İstanbul Boğaz’ında yaşamış olmak tetikledi. NYC’deki evimin müze ve galerilere olan yakınlığı sayesinde düzenli olarak sergileri ve sanatçıların işlerini takip edebildim ve bu şekilde hayatımı zenginleştirmek hayatımın bu dönemi için çok önemli oldu. 16 yıl boyunca yaşadığım ve Üniversite’de ders verdiğim Honolulu Hawaii de benim için ev gibiydi... Oradaki öğrencilerimden, meslektaşlarımdan çok şey öğrendim. Asya’ya yakın oluşundan, Pacific’in ortasındaki bu adadan, özellikle Big Island of Hawaii’nin volkanik enerjisi ve güzelliğinden çok etkilendim. Kuzey California sahillerinin güzelliği ve çiğliği, Maine ormanları, neredeyse tüm şehirler ve müzeler beni etkilemiştir.
İşleriniz doğa ile nasıl bir bağ kuruyor?
Evdeyken her gün Hudson Nehri’ni gördüğüm ve günlük hareketlerini izlediğim penceremden dışarı bakmak bana ilham veriyor.
“İki Yöne Birden Akan Nehir” adlı işimde, Hudson’ın Kızılderili ismi Mahicantuck’a atıf yaparak nehir dişini farklı bir şekilde ele aldım, şekillerini çizerek hareket ve akışı yakaladım. Doğanın bana verdiklerini bir biçime oturtmak yerine ahşap şekillerin bana verdiğine uyumlu bir şekilde oluşturdum.
Sanat kariyerinizde bir dönüm noktası olarak gördüğünüz bir sergi, sanatçı rezidansı ya da gezi var mı?
Farklı dönemlerde yaptığım ziyaretlerle yedi yıl boyunca yaptığım İstanbul’da yaşamak sanatsal görüşümde ve yolculuğumda önemli bir etki yarattı. Maine’deki sanatçı rezidansları, hem Haystack ve hem Monson Arts’daki stüdyo pratiğime odaklandığım kesintisiz bir zaman dilimi sağladı. Sonucunda sanat pratiğimde önemli değişimlere teşvik etti.
Sanatçı olarak kimler ve neler size ilham veriyor?
‘Hayat gücü’ ve benim çalıştığım gibi çalışan insan bedeninin mucizeleri hakkındaki ‘görülen’ ve ‘görülmeyen’ doğal güçlerin pratiğimi şekillendirdiğini düşünüyorum. İlk olarak Alaska’da gördüğüm kiriş parka, fok ya da mors balığı bağırsağından yapılmıştı. Şeffaf zar fikrini ve bunu giyilebilir, su geçirmeyen giysiye dönüştürmeyi çok etkileyici buldum. Beden içindeki görülmeyene yeni bir hayat verilerek onun görünen hale gelmesine ilgi duymaya başladım. Benim için erişilir olabilecek deri zarıyla deney yapmak istedim. www.sausagemaker.com’dan aldığım sosis kaplarıyla neler keşfedebileceğime bakmaya başladım. İşlerimin çoğu hayatın hassaslığına işaret ediyor. Deri zarları kullanarak, ölüm ve hayatla ilgili fikirleri ortaya koyuyorum. Nehir dişini deri zarıyla kaplayarak, ağacın içinde yer alan dışarıdan görünmeyeni, ağaç gövdelerinden dal barından nehir dişlerini ele aldım. Bitki dünyasında görünmeyeni hayvan dünyasında dışarıdan görülmeyenle birleştirdim ve her ikisini de görülür kıldım.
Hawaii’de yaşamış olduğum için Big Island’daki yanardağların gücünden hala çok etkileniyordum.Akan kocaman lavlar, siyah lava sahalarında inanılmaz formlar yaratıyordu. Görülmeyen güç ve enerjiden çok etkileniyorum özellikle yıkıcı, korkunç hallerde görünür olduklarında. Bunun işlerimi şekillendirebileceği yollarını daha bulamadım. Doğanın gücü ve güzelliğini taklit ya da kopya etmek imkansız gibi. Buna en yakın durumu Maui Arts & Cultural Center için (1991-1994) Tazmanya Üniversitesi Dökümhanesi ile beraber çalışarak heybetli giriş kapıları tasarlarken, ateş ve erimiş metal dökümleri yaparken deneyimledim.
Ann Hamilton, Doris Salcedo, Kimsooja, Ursula Con Rydingsvard, Sonya Clark, Joyce Scott, Jim Bassley’in işlerinden ilham alıyorum. Bu liste daha birçok isimle uzayabilir.
Aynı zamanda 20 seneden fazla bir süredir Tekstil ve Dokuma programlarında öğretim veriyorsunuz. Öğretim ile ilgili en çok ne keyif veriyor?
Yaratıcı, cesaret verici bir öğrenim alanında neler olabileceğini görerek diğer insanlarla iletişim ve bağ kurmak çok hoşuma gidiyor. Hala kısa süreli atölyeler veriyorum.
Hawaii’de yerli Hawaii’li öğrenciler, diğerleriyse özellikle Pacific Adaları’ndan gelenlerle, yaşayan dünya ve içindeki her şeyle derin bir bağ kurmayı anladım. Bunu, ilk başta yerli halklar tarafından anlaşılan bilgiyi Hawaii Üniversite’sinde yaşadığım ve öğrettiğim yıllara kadar deneyimlememiştim. Kendi bakış açımın ne kadar Batı odaklı bir bakış açısı olduğunu, dünya görüşümün ne kadar Batı merkezli bir eğitim merkezinde olduğunu farkettim. Batı dışı yaklaşımlara ve düşünme biçimlerinin daha çok farkına vardım. Hawaii’de yaşayarak çok şey öğrendim.
Sanata bakış açınızı değiştiren kitaplar var mı?
Rebecca Stevens’ın "Ed Rossbach: Forty Years of Exploration and Innovation in Fiber Art" isimli kitabı, Ed Rossbach’ın “The New Basketry”, "Baskets as Textile Art” and “The Art of Paisley”, Anne Truitt’in “Daybook: The Journal of an Artist” ve “Turn”ü, John Berger’ın “Ways of Seeing” ve Joan Simon’ın “Ann Hamilton” isimli kitapları.
“Count”, “Silent”, “Still Counting” ve “Letter Home” işlerinizden biraz bahsedebilir misiniz? Zamanla nasıl ilişkiler kuruyor ve nasıl oluştu?
“Count”, “Silent”, and “Letter Home” işlerini deri zarı katmanları arasına sıkıştırılmış paslı çivilerle oluşturdum. Dünyada sayımın evrensel işaretleri olan, aşina olduğumuz, zamanı işaretleyen çetele işaretlerini biraz değiştirerek oluşturdum. Beşinci çizginin genel olarak yatay olan diğer dört dikey çizgi üzerine geldiği çizgiler.. Bu çizgileri, duvar üzerinde hapsedildikleri günlerini sayan mahkumlarla da ilişkilendirebiliriz. Bunları farklı biçimlerde sundum. Pas, eski çağları ve zamanı gösteriyor.
Bu işler, iletişim ve zamanın sayımıyla ilgili. Bir paragraf gibi gözüktüğünde neyi ima ettiklerini düşünmeyi izleyiciye bırakıyorlar. Ya da ‘Letter Home’daki şekliyle gözüktüğünde ne söylemek istendiğinin ya da bakanın neyi söylemiş olmayı dileyeceğinin ihtimallerini izleyiciye bırakıyor. “Still Counting”, Amerika’da bir polis şiddeti sonrasında siyahi bir adamın öldürülmesi üzerine yaptığım bir işti. Genelde böcekleri takmak için kullanılan ince siyah iğneler ve deri zarı arasına sıkıştırılmış siyah çiviler kullanarak yaptım. “Still Counting”i acil bir savunma için, ülkemdeki sistematik ırkçılık ile yüzleştirmek için oluşturdum.
Son olarak son aylarda yaşadığımız karantina günlerini nasıl geçirdiniz?
Aşağıdaki metin Textile Center’ın telif haklarına sahip olduğu Gail Hovey ve Karl Reicher’ın yaptığı röportajdan izin ile alınmıştır.
Geçen yaz ABD-Meksika sınırında gelişen haberler, çocukların ailelerinden ayrılışı karşısında dehşete düşerek, Pat Hickman bir sanatçının problem yaşadığında yapacağını yaptı. İşine dönerek, projenin nereye gideceğini ya da ne anlama geleceğini bilemeden bir ağ örmeye başladı. Yiyecekleri toplamaya yönelik yapılmış, diğer şeyleri dışında tutan dikenli tel çiti, fonksiyonel balık ağlarını işlerinde metaforik bir şekilde kullandı. Pat, habutextiles.com’dan aldığı Japon Balık ağları şeritleri ile çalışmaya başladı. Balık ağları ayrı şekilde kesildiğinde geriye kalan uzun iplikler, her bir düğümden çıkan kısa parçalar dikenli tel örgü üzerindeki kancalar gibiydi. Pat, bu ipleri yeni ağlar yapacak şekilde örmeye başladı. Pat, Mart başında Coronovirüs haberleri ilk olarak dikkatimizi çektiğinde Washington’daydı. Japon asıllı Amerikalı arkadaşı ve meslektaşı Jan Hopkins’le buluşarak 2. Dünya Savaş’ındaki tutuklama kampları hakkında konuştu. Jan çok yakın zaman önce Japon Hapsetme Sanat serisi ile işlerini sergiledi. Bu seri, Hopkins’in bir aile üyesinin, toplu toplama olayları sırasında ve sonrasında yaşadığı deneyimler üzerineydi. Pat eve döndüğünde bu kamplarla ilgili şiirler okumaya başladı.
Aniden ördüğü ağlar daha acil bir hale geldi ve daha karışık anlamlar aldı. İnsanları dışarı tutmak için başlayan bir haykırış, bir virüsü dışarı tutmanın gereksizliği için bir ifade oldu. Pat, “Böyle olaylar benim işlerimi yönlendiriyor. Şu an hepimizin deneyimlediği bu korkunç ana karşılık vermeliyim” diye bahsetti. Japon balık ağlarını yeniden örmesinin yanı sıra, Pat siyah plastik bir geyik çit ağlarını kesip biçerek, düğümün her iki tarafında kalan çizgileri çengeller ile simüle ediyor. “Bu ağları keserek ayırdığımda onlar da dikenli bir tel örgü gibi görünüyor”.
Pat, pandeminin etkin noktası olan Seattle yakınlarında zaman geçirdi. Eve döndüğünde “Poets Behind Barbed Wire” isimli Japon soyundan gelen, 70,000’i Amerika doğumlu Amerikan vatandaşları tarafından yazılmış şiir antolojisini okudu. Mecburi kaldığı bu yerde, COVID-19’a ‘Çin Virüs’ü olarak adlandırılması, Amerikalı Çinlilerin bu şekilde saldırıya uğrayıp, damgalanmasını izledi. Tüm bunlar Pat’in çalışmalarına yayıldı. Başlangıçta Pat bu işi “Wall” olarak isimlendirdi. Bittiğinde ise yeni isimle adlandırılması gerekecek.
"Wall”, pandemi boyunca inşa edilmeye devam edilen, daha büyük bir enstalasyon halini alacak, halen devam etmekte olan bir çalışmadır.