Ahmet Deniz ile Söyleşi: Yansımalar
Fotoğrafçılığı daha yakın olmanın nedeni nedir sence?
Her sanatın bir anlatım biçimi, her sanatçının da bu biçimi ifade eden kullandığı farklı bir görsel dil var. Araçları ve anlatım biçimleri farklı da olsa, her bir sanat dalı birbiriyle ilişki içinde ve hepsinin amacı özünde aynı. Fotoğrafın beni çeken yönü öncelikle teknik ve malzeme olarak sonsuz anlatım seçenekleri sunması ve her an hayatın içinde olan, sosyal bir sanat dalı oluşu oldu. Kimi zaman insan ilişkilerinden ve doğadan kimi zaman da tüm bu kalabalıkların içerisinde yaşattığı ayrıcalıklı yalnızlıklardan beni çok besliyor. Ayrıca çağımız iletişim araçlarındaki popülerliği sayesinde kolay ulaşılabilir olması da fotoğraf sanatçısı için önemli bir ayrıcalık. Benim için fotoğraf, sihirli bir araç gibi anı durduran, zamanı kontrol edebilen ve bunu bir yüzeye aktarabilen bir icat.
Fotoğrafa başlama hikayen nasıl başladı?
Çocukluk yıllarımda dedemin makinesini boynuma takıp, kendimce netleyerek, nişan alıp deklanşöre bastığımı hatırlıyorum. Fotoğraf makinesi sanki ateş etmeye çalıştığım bir oyuncak gibiydi. İçinde film olmasa da makina ile netlediğim her şeyin bana ait olduğunu düşünüp bu oyunla mutlu oluyordum. Netleyemediğim zaman ise oyuncağını kaybetmiş çocuğun hüznü...
Ardından bunu babamın fotoğraf makinesini alıp flaş patlatmayı keşfettiğim yıllar izledi. O patlayan ışığa hayrandım ve her seferinde, pil biter endişesiyle sinirli bir patlatma hakkim olurdu. En güzeli de flaşı izinsiz kullandığım patlatmalardı. Halen makinada film olmadığı gibi, o yıllarda filme de ihtiyaç duymuyordum zaten. İşin doğrusu hala da en güzel fotoğraflarımı filmsiz çekmeye devam ediyorum sanırım.
İlk filmli fotoğraf denemelerim gençlik yıllarımda ağabeyimden ödünç aldığım makineyle çıktığım gezilerle başladı. Farklı amaçlarla da olsa, fotoğraf makinesi çocukluktan beri hayatımın bir yerinde hep olmuştur.
Bu hikaye fotoğraf sanatçısı olarak nasıl gelişti?
Fotoğraf sanatının tam anlamıyla hayatıma girişi İstanbul’a olan aşkımla başlayarak 2000’li yılların ilk başlarında oldu. Yıllar boyu okuyup, araştırıp, gezip dolaştığım İstanbul sokakları, tarihi yerleri, kuleleri, köprüleri, çarşı, pazar, hanları, çingene mahalleleri, balıkçı barınakları, kahveleri, mezarlıkları ve daha nice köşesinde karşılaştığım detayları görsel hafızama kaydedip, sadece geriye kalan bilgileri insanlarla paylaşmamın bencillik olduğunu düşündüğüm gün tekrar fotoğraf çekmeye geri döndüm. Ayrıca bu şehre olan bir borcum olarak benim gözümden çekilen İstanbul’un da arşivlerde olması gerektiğini düşündüm. Amacıma büyük oranda da ulaştım. Fotoğraflarımın yayınlandığı dergiler ve finalinde Venedik’te düzenlenen bir sergiyle fotoğraflarımı birçok insana ulaştırdım. Tarihe kendi gözümden bir İstanbul bırakarak biraz da olsa bu eşsiz şehre karşı borcumu ödemiş oldum. İstanbul’da doğup yaşadığım için kendimi çok şanslı hissediyorum. Bu gezegende bundan daha güzel bir yerde olamazdım. İşin doğrusu hala kıskanç bir sevgili gibi en güzel kareleri çekmeyerek, ısrarla zihnimde saklamayı tercih ediyorum. Verdiğim emeğe karşılık bu kadarının da hakkım olduğunu düşünüyorum.
Deniz yüzeyinde oluşan görsellerden Yansımalar/Reflections serisini oluşturdun. Şehir fotoğraflarından sonra daha soyut olan bu seriye geçiş nasıl oldu?
İnsanlara önceden verilmemiş, yeni bir şeyler göstermek istedim. Her gün yanından geçtikleri, baktıkları halde görmedikleri şeylerin de olduğunu anlatmak, onlara yeni bir görme biçimi kazandırmak istedim. Tekrarı olmayan, kişiye özel, her an değişen ve görünüp yok olan görseller. Aynı hayatlarımız gibi...
Deniz dışında Yansımalar serisinin devamı olarak düşündüğün, ilham aldığın başka bir alan var mı?
Yansımalar serisi 5 yıldır devam eden bir çalışma. Buna benzer 1 yıldır üzerinde çalıştığım ve önümüzdeki sene paylaşmayı planladığım başka bir projem Ateş var. Ateş de beni heyecanlandıran diğer bir konu. Ateş imgesinde de tekrar yok. Son görüntüyü alıyorsunuz, saklıyorsunuz ve yok oluyor. Son sözü söylemek gibi, geri alamıyorsunuz.
Etkilendiğin fotoğrafçılar kim?
Etkilenmek sayılmasa da beğendiğim birçok fotoğrafçı var. Fotoğraf çeken, zekasını, zamanını, emeğini fotoğrafa veren herkes benim için çok kıymetli.
Sanat pratiğini 3 kelime ile açıklar mısın?
Yolculuk, keşif ve haz.
İnsanların fotoğraflarına baktığında neler deneyimlemesini arzuluyorsun?
Beyni yapmacık sınırlarından çıkartıp, görünenin dışındaki bir boyuta yolculuk yapmalarını arzuluyorum. Platon’un mağara alegorisinde anlatıldığı gibi, insanoğlunun var olduğu günden bu yana korkutularak kandırıldığını, gerçeklikten yani kendi özünden uzaklaştırıldığını düşünüyorum. Görsellerim aracılığı ile insanları kendi içsel yolculuğuna çıkmaya, kendi özgürlüğünü deneyimlemeye çağırıyorum.
Koleksiyonunu yaptığın objeler/imajlar var mı?
Gezdiğim yerlerden taşlar topluyorum. Deniz kenarı, dağ başı, orman, antik kentler, ya da bir şehirde yıkılmış bir bina enkazında kalmış çeşitli taşlar. Sonra üstüne tüyler, kemikler ya da tahtalar ekleyerek, kendime göre totemler yapıyorum. Çocukluktan kopmamak lazım. Bu kadar taş ve totemle yaşamak kolay olmadığı için de çoğunu dostlarıma hediye ediyorum ya da bir yol kenarına koyup tanımadığım birine bırakıyorum. Taşın bilgisine saygı duyuyorum.
Sanat pratiğinde sorgulamaktan sıkılmadığın soru/tema nedir?
Bilinmeyene yolculuk.
Seni heyecanlandıran gelecek projelerden bahseder misin?
Ateşin devamı olarak duman serisi var. Oradan da bulutlara çıkarım herhalde. ☺
Şu aralar okuduğun ve ilham verici bulduğun bir kitap/araştırma var mı?
En son İstanbul Rumlarının yeme-içme kültürünü ve şehirde son kalan mekanlarını anlatan İstanbul'um, Tadım, Tuzum, Hayatım isimli kitabı ve insanlık tarihine yön veren içecekleri anlatan Altı Bardakta Dünya Tarihi kitabını okudum. İlham veren konuya gelecek olursak şu sıralar yaşadığımız karantina sebebiyle kendimi kapattığım bahçemdeki doğa, toprak, bitkiler, çiçekler, böcekler, yıldızlar, bulutlar, güneş ve deniz bana her gün yeni bir şeyler öğretiyor, her dokunuşta bana yeni bir bakış açısı kazandırıyor.