In Studio with Deniz Bayoğlu

In Studio with Deniz Bayoğlu

By Yonca Keremoglu

In Studio with Deniz Bayoğlu

Okul sonrası profesyonel hayata dair deneyimlerin nasıl oldu?

Okul sonrasında ilk olarak Cahide Erel’in yanında staj yapmaya başladım ve onunla değişik bir dünya keşfettim. Büyük işler yapan, resim, heykel, cam ve seramik ustası bir devlet sanatçısının yanında böyle bir sürece dahil olmak farklı bir deneyimdi. Onun yanında kişisel asistan olarak stajyerlik yapıyordum ve bir yandan da çizimimi geliştiriyordum. Bir süre sonra kendi yapmak istediğim şeylere odaklanmak ve kendi yolumu seçmek istedim. Ne yapmak istediğime dair büyük şüphelerim vardı. Bir süreliğine tekstil sektöründeki aile şirketinde kurumsallığı deneyimledim.

Dış dünyaya adım atmak yerine geri çekilip daha çok içime dönmeyi tercih ettim.

Pozitif anlamda da sonuçlarını hesaba katarak galerilerle veya başka kurumlarla anlaşma yapmak yerine tek istediğim kendimi keşfetmek ve gerçekten ne istediğimi bulmak oldu. Üniversite sırasında bir ressam komünü içinde olunca da bazen kendi hedeflerimizden saptığımızı, birbirimizden etkilendiğimizi hissediyordum.

Bu yüzden üniversiteden mezun olduktan sonra aldığım teknik eğitimleri sindirebilmek için bir alana ihtiyacım olduğunu hissettim. Bir süreliğine daha izole çalışmayı seçtim. Zihnimi sanatımla alakalı ne yapmak istediğime odakladım. Bu süreçte kendimle kalabilmeyi öğrendim. Bir atölyem olmasının ne kadar önemli olduğu bir kez daha gördüm.

Müzik zaten hep hayatımın içindeydi ve müzik benim için görsel sanatlardan kaçış gibiydi. Üretim olarak resim yapsam da beslendiğim yer müziğe yöneldim ve fikirlerimi müzikten almaya başladım.

Mavi çoğu işinde baskın bir şekilde kendini gösteriyor. Senin için özel bir yeri var mı?

Üniversiteden beri özellikle mavi, siyah ve beyaz renkleriyle çok çalıştım ve bir şekilde bu üçüne takıldım. O zamandan beri ellerim otomatik olarak bu renklere gidiyor. Ben de bir çeşit bağımlılık yarattı. Beni rahat ve mutlu hissettiriyor. Bu durum zamanla karanlık duyguları alıp bana iyi gelen başka bir duyguya dönüştürme yoluna evrildi. Suyun bedeni ve düşünceleri temizlediğini düşünüyorum. Suyun renksizliği, gökyüzü ile birleştiğinde ortaya çıkan mavi, ve daha yukarı çıktıkça siyaha dönüşmesi ve o bilinmezliği beni uzaya doğru çekiyor. Uzayla ve denizle bağlantı kurmamın nedeni de limitlerinin olmayışı ve belirsizliği. Hem denizin altında, hem de uzayda yüzüyor gibi hissettiğim için bu durumlar işlerime yansıyor.

Müzikal anlamda da Blues ve Jazz akorlarından etkilendiğim için mavi bana hep daha yakın gelmiştir.

Sanat pratiğinde sorgulamaktan sıkılmadığın soru/tema nedir?

Temel olarak yapmaya çalıştığım bir yüzeyden, kanvastan içe doğru girebilmek. İzleyicinin baktığında bir pencereden sızıp o uçsuz bucaksız yolculuğa çıkmasını istiyorum. Bu boşluk yaratma fikrinden, içeri geçme efektinden hiç sıkılmayacağımı düşünüyorum.

Uzayda, denizde veya gökyüzünde yer yön duygusunun olmaması, tamamen soyut bir dünyada var olmak beni bu dünyadan kopardığı için orada olmayı tercih ediyorum. Sıfır noktası hoşuma gitmeyen bir nokta çünkü zemindeyiz, tek bir noktada gidip geliyoruz. Ben bu döngüyü kırıp havada olmayı tercih ediyorum. Asılı kalmak, uçmak ve yüzmek gibi bunların arasında bir denge kurmaya çalışıyorum.

Sanata bakışını değiştiren bir kitap var mı?

Julia Cameron’ın The Artist’s Way isimli kitabı.

Kitabı kendimi uzun süreliğine kapalı hissettiğim bir dönemde bir arkadaşım önermişti. Sanatla ilgili yaptıklarımın toplumda tam olarak değer görmemesi ve seçtiğim yolun geleceğe dair maddi anlamda bir güvence vermemesinden dolayı kendime daha çok inanmam, güvenmem gerekiyordu.

Yazar senden her gün üç sayfa yazı yazmanı istiyor. Serbest çağrışım ile her aklına geleni yazıyorsun. Bundan kaçmayıp o üç sayfayı her sabah doldurduktan sonra kendimle konuştuklarıma dönüp baktığımda kendime haksızlık ettiğim konuları tespit edebildim. Gerçeklerle yüzleşmemi sağladı. Başkalarına anlatmadıklarımı ve kendimle verdiğim savaşı oraya yazdıkça kendi kendime görmeye başladım. Bu süreçte güzel bir destek oldu.

Müziğin hayatındaki yeri nedir?

Hayatımın büyük bir kısmını müzik oluşturuyor ve gerçekten her gün her saatimi yeni şeyler öğrenmeye çalışarak geçiyorum. Müzikle ilgili bilmem gereken tüm temel noktaları bana müzisyen arkadaşlarım öğretti. Resim yaparken bir şarkıyı 30-40 kez dinlediğim için bilinç altında müziği iyi öğrenmiş olduğumu farkettim. Müzik ve müzik yapmak içimde hep vardı. Bu yönüm sinede kalmış, onca zaman beklemiş. Bu ihtiyaç ile müziğe yöneldim. Başta ukulele ile başlayarak arkadaşlarım sayesinde gitar, piyano çalmaya ve kendi şarkılarımı bestelemeye başladım. Müzikle resmi birleştiriyor olmak benim gerçek duygularımı ortaya çıkarıyor. İkisi birbirini tamamlıyor.

Müziksel olarak ayrıca kendime bir liste oluşturuyorum ve yaptığım her iş bu liste ile bağdaşıyor. Kendimi yakın hissettiğim bir şarkı yeni bir resim yapmamı sağlıyor. Doğal olarak o resmi yaparken o şarkıyı dinliyor oluyorum. Spotify’da oluşturduğum Little Black Fish isimli çalma listesinde bunlar birikirken, resim serim de desteklenmiş oluyor.

Stüdyo hayatın nasıl ilerliyor?

Esenler’de yer alan Tekstilkent’te aile şirketinin bir kısmında kendi alanımı kurdum. Gün içerisinde resim ritüeli bittikten sonraki tüm vaktimi müzik dinlemek ve yeni fikirler aramak ile değerlendiriyorum.

Ses mühendisi arkadaşlarımın stüdyolarında vakit geçirmek, beraber müzik yaparken aynı enerjiyi paylaşmak çok değerli.

Stüdyom şehirden bir saat uzaklıkta. Her gün o yola gidip gelmek, şehir gerçekliğinden çıkıp, resim yaptığım yere varmak bana terapi gibi geliyor. Araba kullanmak benim için ayrı bir meditasyon.

Tekstilkent çok ilginç bir yer. Stüdyonun normal mekanlar dışında çok farklı bir enerjisi var. Bütün binalar han formatında olduğu için bana biraz Berlin’i anımsatıyor. Her binanın içinde geniş bir boşluk var. Sanata dair hiçbir şey olmaması, renklerden ve herşeyden uzak oluşu, sanayinin içinde yer alması ile beni resim yapmaya daha da motive ediyor. Buraya gelip sadece üreteceğim işlere odaklanabilmek iyi geliyor. Dikkatimi dağıtan hiçbir şey yok. Stüdyom kendimle kalabildiğim tek yer, güvenli alanım.

Daha önce nerelerde yaşadın? Bu yerler sanata bakış açını nasıl etkiledi?

İstanbul’da doğup büyüdüm. Üniversite eğitimim boyunca yazlarımı sırasıyla The Pratt Institute, Academia Del Arte Florence ve İngiltere’de Giles Kingston’da aldığım eğitimlerle geçirdim. İtalya’da geçirdiğim zamanda İtalyanların yaklaşım biçiminden bir hayli etkilendim. Eski teknikleri taklit etmenin önemini orada öğrendim. Boyanın nasıl kullanılabileceği, armonisi gibi sanat tekniği anlamında kendimi geliştirmeme çok yardımı dokundu.

Amerika ise kavramsal anlamda beni farklı bir seviyeye ulaştırdı. The Pratt Institute’ta geçirdiğim 3 aylık süreç bana çağ atlattı. Aldığım en basit temel sanat dersleri bile önceden aldığım eğitimin temelini sorgulattı. Türkiye’de inanılmaz değerli, donanımlı çok kıymetli öğretmenlerim oldu fakat sanat eğitimi daha kısıtlayıcı kaldı.

Türkiye’de gördüğüm sanat eğitiminde en başta öğretilen değişmez, net doğrular var. Amerika daha çok kavramsal bakış açısıyla bakmayı gördüm. Öğrendiğim yeni teknikler önceden benimsediğim çizgisel kalıbı kırmamı sağladı. Alışık olduğumuz en basit aydınlık ve karanlık arasındaki dengeyi iki farklı soğuk renkle de bulabileceğimi gördüm. Aldığım canlı model derslerinde bu pratiklerin zamanla kısıtlanması, o kısacık zamanda bir formu algılayıp kendimce yansıtma konusundaki bakış açımı değiştirdi. Amerika benim için sanatla ilgili bildiğim tüm gerçekleri yeniden inşa etmemi sağlayan, dünyamı değiştiren bir deneyim oldu.

Yaşadığın şehrin sanatına nasıl bir etkisi var?

Sanatçılar sanki sadece depresifken resim yapar gibi bir klişe vardır. Ben mutluyken resim yapabiliyorum. Mutsuzsam işlevsel olamıyorum. Depresyonu saklayıp mutluyken bir süzgeç gibi kullanıyorum aktarıyorum. İstanbul da bunun için bir kaynak.

Ben bu mutsuzluğu depolayıp pozitif bir şeye çeviriyorum.

Hayatta benimsediğin bir motto var mı?

Çalış, üret ve pes etme!

Koleksiyonunu yaptığın objeler var mı?

Şişe kapakları biriktiriyorum. Formlarını çok beğeniyorum ve çöpe gitsin istemiyorum. Çevremize baktığımızda sanat amaçlı kullanılabilecek çok fazla atık malzeme var. Geri dönüşüm fikrini seviyorum ve yeni amacım bu atık malzemeleri kullanmak. Mesela şişe kapaklarından lamba yapmak istiyorum.

Kumaş da beni çok etkiliyor. Türkiye genel olarak tekstil konusunda gelişmiş bir üretim yeri ve çöpe giden çok fazla kumaş çeşidi var.

Yakınlarda seni heyecanlandıran ne projeler var?

Kendi şarkılarımı yapabilmek! Yaptığım resmin müziğin albüm kapağı, müzik klibinin de resmi yapış anım olmasını amaçlıyorum. Bunların hepsini birleştirerek mini bir belgesel denemesi yapmak istiyorum.

Zaman içerisinde sürekli aynı renkleri kullanınca bunun takıntı ve bağımlılığa dönüştüğünü farkettim. Var olan çaba, geçirilen saatler ve sabrı içine katarak en sıkıntı çektiğim konu olan bağımlılığın üzerine gitmeye karar verdim. Daha doğrusu herhangi bir şeye bağlı olma durumu...Hepimiz bir şeye bağımlıyız. Bu bir düşünce, madde ya da insan olabilir, o şeyi takıntı haline getirince esiri olup ona bağımlı oluyoruz. Bu birbirini tamamlayan bir döngü. Ben de bağımlı olmama düşüncesine yöneldim.

Ne kadar mavi, siyah ve beyazı sevsem de artık aynı noktada kalmamak üzere kullandığım renklerin tam tersini kullanmayı planlıyorum.

Görsel sanatlar dışında sanatın diğer disiplinlerinden ilham veren figürler kim?

Listem uzun olsa da tüm Blues, Elektronik ve Jazz sanatçıları diyebilirim.

Blues, Jazz, Elektronik ve Alternatif müzik türlerine büyük ilgim var.

İşlerinde negative space’i nasıl değerlendiriyorsun?

Siyah olarak kullanıyorum. Bir tablo yapıyorsam her yerinde bize ait bir şey olmalı. Benim için o boşluk uzayın kendisi.